27 Mayıs 2013 Pazartesi




27 Mayıs 2013

HAYALİNİN SENDEN DAHA İYİ SEVİŞME İHTİMALİ


Aşka ihtiyacım olduğuna, hele senin aşkına ihtiyacım olduğuna henüz karar veremedim. Bir radyo programında dinlemiştim; kadınlar -ama açık, ama gizli- seks yaşayarak aşkı ararlar, erkekler âşıkmış gibi davranarak sekse ulaşırlar. 

Erkekler sekse giden yolda âşık olurlarken, bu aşk yatakta son bulur ve tersine, kadın yattıktan sonra erkeğe âşık olmaya başlar. Sonra; ver elini çatışma, aldatma, çocuk sahibi olmak ve evlenmek için çabalar, kavgalar vd... Nasıl bir biyolojik ve ruhsal döngüyse? Pek sekmiyor.


Bu yüzden, seni uzaktan gözlemlemek yetiyor bana. Bazen başımı kıllı ormanına yaslamak, birlikte bir şey yemek-içmek, yanına kaçmak ve hatta, yanında delirmek istediğim oluyor; fakat, hemen radyoyu açıyorum. Televizyonu... Kadın-erkek savaşları üstüne ne varsa! Kitaplar... Yazılar... Siteler... Okuyup rahatlıyorum. Travma hafif hafif geçiyor. Sis dağılıyor dağın üstünden. Bir dahaki yangına, sıkıntıya dek... 

Bazen hormonlar ya, dokunmak istiyorum sana. Yüzünü koklamak, gözlerinden öpmek, burnumu burnuna sürtmek... Sonra, ay çok çocukça ve ergen işi diyerek o hislerimi de sıvıyorum. Gel gör ki, delici bakışların düşüyor aklıma, kilitleniyorum. Sanırım, biz kadınların kendilerine itiraf edemedikleri durum bu, kültürel ve bilinçaltına esir düzeyde kendimizi suçlamak veya seviştikten sonra sahiplenmeye çalışmak... Arzularımıza kılıf giydirmek... Başka kadınlarla rekabete girişmek... Hele, bir erkek için... Saçma... Gerek yok. 

Fantezinin özgürlüğüne sığının. Bakın, nasıl sizin köleniz oluyorlar. Bırakın. Kendisi koşsun dursun peşinizden. Bırakın. O da fantezi kursun. Kudursun sizin için. Siz de o arada sakin sakin, kendi fantezilerinizin keyfini sürün. Zaten, hangi sevişmenizde orgazm taklidi yapmıyorsunuz ve başka erkekleri de hayal etmiyorsunuz ki? Yahut, tüm sıcağıyla iliklerinize dek yaşamak istediğiniz seks tecrübesi kof çıkmıyor? Yahut, çocuk gibi yumuşayarak, ipleri adamın ellerine bırakmıyor veya ona ''onun istediği gibi'' görüneceğim diye kılıktan kılığa bürünmüyosunuz? Yahut, sürekli hareketlerini beğendirme çabası ve kendin olamama... Ardından da, gelsin içten içe büyüyen nefret, gizli öfke. Siz onu beklerken ve o başka kadınlarla da deneyim yaşarken, bir araya gelirken üstelik!

Tüm bunları düşününce, yaşadığı anın keyfini sürmeli diyorum insan. Ölüp gidilecek bir dünyada aşkı arıyorum, ölümsüz aşk, erkeklerin çoğu öküz, bu adam da odun çıktı, kadın ruhundan anlamıyorlar gibi kalıplarla kendimizi aşırı şekilde kandırmamıza gerek yok. İnanmadığımız bir şeye dört elle sarılmak... Kimse vazgeçilmez olmadığına göre -biz de-, o anda neyi, kiminle yaşamak istiyorsak serbest bırakalım. Tabii, bunu yazarken de tüm ahlak kurallarını hiçe sayalım veya başkalarının hayatlarını mahvedelim, özgürlüklerini katledelim demiyoruz. Kendimize yapılmasını istemediğimizi, başkasına yapmayabiliriz örneğin. Herkesin has derecede bir iç ritmi var. Ona göre yönlendirebiliriz varlığımızı. Kabullenebiliriz hayatı, yaşadıklarımızı. Her biçimde...

Yazdıklarıma göre, benim bildiğim sır ne? Sabır-zaman ikilisine güvenmek ve kendine dair özgürlük alanı oluşturmak... 

Şu an onu düşünüyorum. Beni kucağına aldığını, birlikte halıya uzandığımızı... Halı mor, üstüne kahve de dökülmüş ve çok lekeli... Kim karışır? O benim halım... O benim erkeğim... Altında ezilip, kemiklerimi sınadığım... O bile karışamaz bendeki kendine. İstediğimi yaptırabilirim yokluğuna. 

Tut derim, tut haşince kollarımı. Ama, göbeğimi beyefendilikle, buseye kaçarcasına öp. Sık bileğimi, çek üstüne beni. Sonra, saçlarımı okşa.

İçime alayım seni. Yüzüme bak. Gözlerini kaçırma gözlerimden, çoğu erkek gibi. Kimin içinde köklendiğini bil! Yarı hunhar yarı sevecen karmaşayla... Hayat, tam da bu ikilemdir ya!






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder